“...Anlatmalıyım kendimi
Yıllar yılı deniz kenarında yaşamış bir kızla
Hiç deniz görmemiş bir oğlanın karşılaşmasını
Anlatır gibi
Bir çeşit dilsizliği, bir çeşit beraberliği.”
Hale Tenger’in yeni sergisi “Rüzgarların Dinlendiği Yer,” adını ve ilhamını Edip Cansever’in aynı adlı şiirinden alıyor. Şiirin yarattığı çağrışımlar sanatçının görsel diline evrilirken metinden bağımsızlaşan hem tanıdık, hem de tekinsiz görsel ve duyusal karşılaşmalar yaratıyor. Sigmund Freud’un kavramsallaştırmasına göre “tekinsizlik” hissi, bugün bilinmez bir şey olarak karşımıza çıkanın aslında geçmişte tanıdık olan, bilinen bir şey olması durumunda ortaya çıkar. Tekinsiz, aslında zihinde bastırılmış olan şeyin geri dönmesi, tanıdık olanın yabancı hale gelmesi ve farklı etkilerle kendini göstermesidir. Bu bağlamda sergi mekanında kişisel/toplumsal hafızamızın bazı saklı unsurları yüzeye çıkmaya başlıyor. Cansever’in öne çıkan dizeleriyle birlikte, Tenger’in kurguladığı alan dil ve belleğin muğlaklığı üzerine temelleniyor. Örtülü geçmişle bireysel ve toplumsal hesaplaşma süreçlerini barındıran sergi, aynı zamanda arzu ve hüzün, yaşama gücü ve takatsizlik, hafıza ve unutuş, sessizlik ve inkar arasındaki çapraşık bağları da haritalandırıyor. Sergiye hakim olan buğulu, loş ve kuytu olarak tanımlanabilecek atmosfer, farklı “karşılaşmalar”a odaklanıyor; bireyin doğadaki ikilikler ve uyumsuzluklarla, toplumsal hafızayla ve aynı zamanda kendi içsel karşıtlıklarıyla karşılaşmalarını yansıtıyor.
Tenger, yine “Rüzgarların Dinlendiği Yer” şiirinden ilham alarak ürettiği 2007 tarihli yerleştirmesinde, Cansever’in “Çıkardık mı su altındaki ölüyü / Çıkarmadık su altındaki ölüyü” dizelerini, vantilatörlerle dolu loş bir odanın içinde süpürgelikler hizasında çepeçevre döndürerek yansıtıyordu. 12 yıl sonra aynı şiire dönen sanatçı bu kez Cansever’in yalnızca bahsi geçen dizelerini değil şiirin bütününü ele alarak kişisel çağrışımları ile harmanladığı dizeleri görsel bir deneyime dönüştürüyor.
Tenger’in işleri, kaynağını sıklıkla edebi yazılardan alır; tıpkı sanatçının bundan yıllar önce gerçekleştirdiği “Kant’ın Portresi” (1994) yerleştirmesinin Bolesław Micińsky’nin aynı adlı denemesinden kaynakladığı gibi. Denemenin sonundaki “Yazarın Notu” bölümünde Micińsky, Immanuel Kant’ın portresini sadece “kelimeler”le resmetmek istediğini belirtir. Araç ve eylem arasındaki ilişkiyi sorgulayan bu ifade, Tenger’i metni üç boyutlu bir anlatıya dönüştürmesi yolunda motive eden unsur olmuştur. Sanatçının aynı tutumla “Rüzgarların Dinlendiği Yer” şiirine dönerek kurguladığı sergi, Tenger’in farklı zaman dilimlerinde kendisiyle “karşılaşmalar”ını barındırmakla birlikte, izleyiciye de imge-metin ilişkisi üzerine düşünebileceği yeni bir alan açıyor.